Tathata kavramı bence Zen içerisinde en fazla dikkat çeken kavramlardan biri. Aslında tanımı gereği tathata bir kavram değil gerçektir. Gerçek böylesiliği ile olanı görebilmek kapısız kapıyı hissedebilmek için fark edebilmek için gözümüzün önünde.
Renk, renk, biçim biçim, çeşit çeşitlilik görünümü ardında evrenin gerçek böylesiliği yatıyor. Ancak zihinsel koşullanmalarımız onu gerçek böylesiliğiyle görmemize engel oluyor. Bağımsız olmaktan iç özgürlüğü kazanmaktan bahsedilen bir anlamda maya yanılgısından zihni kurtarıp, evreni gerçek böylesiliği ile görebilmek.
Budizm’in bütün özü Buda’nın aydınlanmadıkça kalkmamaya ant içtiği Gaya’dak Hintinciri ağacının altından tam ve aşılmaz aydınlanmaya (anuttara samyak sambodhi) ulaştıktan sonra kalkmış olmasında yatıyor. Gautama yedi yıl yoga’yla, çileyle, meditasyon’la insanın maya’ya bağlılığının nedenlerini bulmaya çalışıp yaşama, dünyalık işlere bağımlılığın insanı sürüklediği doğum ölüm döngüsünden (samsara) nasıl çıkabileceğini araştırdıktan sonra bütün bu sorularına bir cevap bulmadan kalkmamak üzere oturduğu ağacın altında sabah yıldızının ilk ışınları zihninde bütünüyle bir saydamlık yaratıp anlayışını açana kadar oturdu ve orada tam ve aşılmaz aydınlanmaya ulaştı. Maya’nın arkasında yatan evrenin gerçek böylesiliğini (tathata) gördü ve doğum ölüm döngüsünden (samsara) kendin kur
Nirvana’yı aramak zaten hiç bir zaman kaybetmemiş olduğumuz bir şeyi, nirvana sanki başka bir yerdeymişçesine aramak olur. Nirvana’ya götüren bir yol varsa o da kendi içimizi benlikten temizlemektir. Benlik yok edilince bencillik de kalmayacak ortada. Dünyayı gerçek böylesiliğiyle (tathata) görmememiz için bir neden de kalmayacak. Çünkü her algıladığımız şeyi benlik, bencillik merceğinden geçiriyoruz. Bu mercek de algıladığımız her şeyi saptırıp, çarpıtıp yamultuyor. Gerçek yerine onun bozulmuş, çarpıtılmış bir imgesini görebiliyoruz.
Bütün bunlar bol bol laf…Bir yaşantı durumuna getirilip kişisel yaşam deneyle doğrulanmadıkça da öyle kalacak. Yalnız bütün bu, o kadar soyut gibi görünen düşünceler somut gerçeği bir yaşantı durumuna getirmemizi amaçlıyor. Amaç, diyelim ki elimize aldığımız bir ot yaprağında bile evrenin gerçek böylesiliğini (tathata), boşluğu (sunya) görebilmek.
Sakin sakin, boş boş oturunca zihin doğal olarak sakinleşir, yatışır. Zihnin kendi kendine çalışmasına seyirci kalabilirsek, zihni ön yargılar, koşullanmış düşüncelerle desteklemeye çalışmazsak zihne kendiliğinden gelen , bizim de seyircisi kaldığımız düşüncelerden bir zarar gelmez. Yet ki onların akımına gerçekten seyirci kalabilmiş olalım. Zihin yavaş yavaş durulup, saydamlaşınca o zaman iç görüyü, sezgiyi aradan tanıyıp seçme olanağı doğar. Bir kere prajna, iç görü ortaya çıktı mı olaylara olgulara, çevremize ölçmeden, bölmeden, sınıflandırmadan, sınırlandırmadan bakabiliriz. Gördüklerimizi soyut kavramlara bulaştırmadan gerçek böylesilikleriyle (tathata) görüp anlayabiliriz. İç suskunluk kazanılıp sözlü düşünce alışkanlıkları aşıldı mı, düşünceden daha keskin, daha üstün bir duyarlıkla bakarız çevremize, gören, görülen ve görme işlemleri arasındaki ayrılık kalkar ortadan, üçü birden ayrılmaz bir bütün olur. Zihinle zihin olmayan, benle ben olmayan arasındaki sınır kaybolur.
Bilinç öylesine keskinleşir ki…