Samsara, Dukkha ve Satori

Zen’in hayatıma girmesi ile aslında farklı zamanlarda ve noktalarda, hatta izlediğim filmlerde aradığım iç görünün aslında uzun yıllar boyunca usta çırak ilişkisi ile aktarıldığını farkettim. Bu keşif beni hem heyecanlandırdı hem de gözümü korkuttu. Çünkü elime geçen her Zen kitabını okudukça okumam, öğrenmem ve sindirmem gereken ne kadar çok şey olduğunu farkettim. Ama için ters yanı, okuduğum neredeyse tüm kaynaklarda kitapları okuma hayatını dikkatli yaşa diyordu. Ben de sürekli ikilem içinde kalıyordum, şimdi bile kalıyorum.

 

Tüm bu git gellerin arasında beni en çok etkileyen üç kavram için ayrı bir alan açmayı düşündüm. Bunlar; samsara, dukkha ve satori. Maalesef bu kelimelerin hepsi Sanskritçe, ben de tam anlamı ile bilemiyorum, sadece okuduğum türkçe ve ingilizce kaynaklardan ifade ettikleri kavramları   öğrendim. Umarım sizler için de aydınlatıcı ve az da olsa yardımcı olur.

Samsara

Ölümden sonra başka bir gövdede gene doğum inancı Hint düşüncesinin üzerine oturduğu tabandır diyebiliriz.

İç özgürlükten, bağımsızlaşmadan söz edildiği zaman bunula anlatılmak istenen bir anlamda (samsara) doğum ölüm döngüsünden kurtulmak, gene doğum zorunluluğunda kurtulup evrensel Özvarlıkla birleşip özdeşleşmek.. Böylece maddenin içinde tutsak kalan ve maddesel varoluşu karmak zorunluluklarında bağımlı olan Özvarlığı bu tutsaklıktan kurtarmak.

Yaşam denizinde içmenin verdiği o kanmaz, doyumsuz susuzluk, haz, hırs, para, övgü, ün, üstünlük isteği, yenmek, kazanmak, aşk adları verilen yaşam dalgaları bizi daha dibe, daha dibe sürüklüyor. Bütün bunların yanılgıdan başka bir şey olmadığının bilincine varan böylece özgürleşen bağımsızlaşan kimse için yeniden doğmak isteğiyle birlikte yeniden doğmak nedeni de kalmıyor. Doğum ölüm döngüsünden zorunluluğundan kendini kurtarıp evrensel bilinç ile birleşiyor.

Samsara doktrinine Budizm mirasçı oldu. Birçok Budist doğum ölüm döngüsünü ufak tefek farklarla Hindular gibi anlıyorlar. Ama Zen ve diğer bazı Mahayana okulların doğum ölüm döngüsünü kişisel bir gene doğum olarak değerlendirmezler. Daha çok bunun simgesel anlamı üzerinde dururlar. Doğum sürecinin bir süreklilik olduğu ve bir kimsenin sürüp giden doğumla kendini özdeşleştirdikçe her an gene doğmuş olacağını, bu bilinçle içinde samsara’yı anlayıp değerlendirme gerektiğini savunurlar.

İnsan ya da diğer canlıların kalıpları yaşam gücünün yalnızca geçici görünümleridir. Gövdesel bütünlük, bireyin nasıl belirli koşulların gereği olarak biçim alıyorsa gövdesel bütünlüğün ruhsal yanı da gene karmak zorunlukların ürün olarak neden sonuç bağımlılığının koşulları içinde biçimleniyor ve bir yere kadar gövdenin biçimlenmesini de etkiliyor. İşte bir gövdeden bir gövdeye bu karma zorunlulukları taşınıp duruyor. Bir gövdeden diğerine aktarılan pek değişik bir şey değil. Bir mumdan öteki mumu akmak gibi bir şey. Aslında mumlar o ateşi sürdürmek için bir araçtan başka bir şey değiller.

Dukkha

Budizm konusunda araştırma yapan bilginlerden en ski derlemelerden birinin Pali derlemesi olduğunu görüyoruz Ama Pali derlemesi Sakyamuni Buda’nın ölümünden en az üç yüz yıl sonra derlenmiştir. Aslında çok uzun bir süre, şimdiden düşünürsek neredeyse 1700’lerde söylenmiş, yazılmış sutra’ların bugün derlenmesi gibi bir gerçeklikle karşılaşıyoruz. Ama tek tanrılı din kitaplarından farklı olarak içeriğini günlük hepimizin yaşamında aldığı için ve her zaman önce sorgulamamız gerektiğini nasihat verdiği için dikkate alabileceğimi düşünüyorum.

Pali derlemesinde varoluşun üç temel özelliğinden bahseden, Anikka (her şey değişir), Dukkha (varolan hiçbir şey kendin acının, ıstırabın bir türlüsünden veya öbür türlüsünden kurtaramaz) ve Anatman (her şeyin tek bir benlikte birleşmesi).

Ben burada dukkha’dan bahsetmek istiyorum ama diğer özelliklerden de kısaca bahsetmek isterim. 

Anikka hakkında herşeyin değiştiği gerçeğini kabul etmek gerekiyor sanırım. Yaşam ne getirirse onu olduğu gibi kabul etmekten başka bir seçeceğimiz yok. Bu dünyada güven peşinde koşmak boş bir çabadır. Akıllı adam güvenini güvensizlikte arar. Yani yaşamın getireceği iyi ya da kötü şeyleri olduğu gibi kabul etmeğe kendini hazırlar, alıştırır.

Aslında yaşamın akıp gitmesini ve akıp giderken getirdiği olayla dizini karşı koymadan kabullenmekten başka bir seçim yok elimizde. Yer çekimi yasasını nasıl karşı koymaya kalkmadan ya da yeryüzünde böyle bir yasa var diye, tasalanmadan, yerinmeden, başka türlüsünü düşünmeden kabulleniyorsak, yer çekimi yasasına nasıl tasa duymadan katlanıyorsak, yaşamın akıp giderken her şeyin değişim içinde olmasını da kabullenmek, böyle olmasına katlanmak başka elimizde yapacak bir şey yok.         

Satori

Uyanıp, aydınlanma ve bunun sonucunda da yaşama ve dünyaya bambaşka bir bakış açısı, yepyeni bir gözle, değişik bir açıdan bakma diye tanımlayabileceğimiz duruma Japonca’da satori adı veriliyor. Aslında bu sözcük Sakyamuni Buda’nın Gaya’daki bilgelik ağacının altında aydınlanması olayını anlatmak için kullanılan tam ve açılmaz aydınlanma kavramıyla eş anlamda. Bu yaşantıyı anlatmak için kullanılan başka bileşik sözcükler de var ama Ze dilinde kullanılan sözcük satori…

Zen görüşüne göre bir kere satori’ye erişildi mi o zaman bütün sorunlar kendiliğinden çözülecek, aydınlanan kimse karşısına çıkan her sorunla baş edebilecek gücü ve yürekliliği de elde etmiş olacaktır. Bunun için Zen’de satori’nin önüne geçebilecek, daha ön sıraya konabilecek önemde hiç bir konu, hiç bir sorun yoktur. 

Zen’in başı da sonu da satori’dir dediğimiz zaman konuyu abartmış olmuyoruz. Satori’siz Zen anlamsız, yavan bir şey olur. Zen öğretisinin tek hedefi, tek amacı satori’ye götüren yolu açmaktır. Zazen, mondo ve koan uygulamaları da bu yolu açmak için kullanılan birer araçtır. Bu uygulamalar dışarıdan bakanlara biraz yadırgatıcı görünse de zaten uyanma, aydınlanma da öyle çok olağan, çok alışılagelmiş bir şey de değil. Zen’in satorisi bütün yargılarımızın, bütün kanılarımızın yeniden bir değerlendirmeden geçirilmesini zorlayan, yeni bir boyut, daha doyurucu daha yetkin bir bakış açısı kazandıran satori’dir. 

Suzuki bu yeni görüş açısını bu yeni yaşantıyı açıklayabilmek için şöyle diyor:

“Sizin ve benim aynı dünyada var sayılıyor ama herkesin genel olarak taş diye adlandırdığı şu pencerimin önünde duran şeyin sizin ve benim için aynı şey olduğunu kim söyleyebilir? Siz ve ben birer finsan çay yudumluyoruz. Dıştan bakınca sizin de benim de yaptığımız şey aynı şey gibi görünüyor ana özel açıdan sizin çay içmenizle benimki arasında ne büyük bir fark olabilir. Sizin çay içişinizde Zen olmayabilir ama benimki ağzına kadar Zen’e dolu olabilir. Bunu nedeni de siz mantık düzlemi içerisinde kalmışken, benim onun dışına çıkmış olmamdır. Zen’in sözgelimi yeni dediğimiz b görüş açısında asında yeni olan hiç bir şey yok. Zen’in bu dünyaya bakış biçimini açıklayabilmek içn Zen’in hoş görüsünden yararlanarak yeni bir deyim kullanıyoruz” 

Satori hakkında yapılan açıklamalarda insanın gözünün Zen gerçeğine açılıvermesi olayı öyle çok olağandışı bir şey değilmiş gibi görünmüş olabilir. Usta bir şey söyleyiveriyor, bu söz tam uygun zamanda, yerimde söylenmişse öğrenci birdenbire satori’yi geçekleştiriyor, o dakikaya kadar aklının köşesinden bile geçmeyen gizleri görüp kavramayı başarıyor. Bütün bunlardan anlaşıldığına göre insanın o anda içinde bulunduğu ruhsal duruma ya da zihinsel hazırlığa bağlı.

Kaho, Sung soyunun son dönemlerinin ünlü ustarından biriydi. Ustası ondan önce “Joshu’nun Mu” koanıyla uğraşmasını isteyince konuya varlığının olanca gücüyle eğilmiş. Bir gün ustası Setsugan ona birdenbire “senin şu cansız cesedini taşıyan kim?” diye sormuş. Zavallı adamcağız soruya nasıl bir yanıt vereceğini bilememiş. Çünkü usta acımasız bir adammış, sorunun arkasında genellikle sert bir yumruk gelirmiş. Bir süre sonra bir gece uykusunda başka bir ustanın öğrencisiyken “her şey bire döner” sözünün arkasındaki asıl anlamı bulması istemiş olduğunu hatırlamış. Bu konu o gece sabahlatmış. Onsan sonra da günlerce gecelerce aklını buradan ayıramamış. Bu son derece gergin zihinsel durumdayken bir gün Goso Hoyen’in dizelerinde kendi portresini bulmuş. Bu dizeleri bir bölümü şöyle:

“Yüz yıl yani otuz altı bir sabah

Her bu adam didinip durdu”

Bu dizeler hemen “senin şu cansız cesedini taşıyan kim? Sorunu için duyduğu sonsuz kuşkuları sonra erdirmiş. Böylelikle yola girmiş ve bütünüyle yepyeni bir insan olmuş.

Satori’nin Başlıca Özellikleri

  1. Akıldışı Oluşu: Satorinin akılla, yargıyla varılabilecek bir çıkarım olmayışı ve her türlü akılcı gereklilklere karşı duruşu çok önemlidir. Buradan geçmiş olanlar bu yaşantıyı bir türlü, tutarlı, mantıklı bir biçimde açıklamayı beceremezler. Sözle ya da jestle anlatılmaya çalışıldığı zaman özünden çok şey yitirir, anlamsızlaşır.
  2. Sezgiye Dayalı İçgörü: Zen’in bir diğer anlamı, özü asıl niteliği görüp kavramaktır. Bu da kanıtlıyor ki satori de görmeki algılamak işlemi vardır. Bu sezgi niteliği olmasaq satori bütün tadını tuzunu yitirirdi, gerçekten satorinin bütün varlık nedeni sezgidir.
  3. Tartışma Götürmez Kesinlik: Satori ile elde edilen bilgi, en son, kesin bilgidir. Ne kdar mantıksal kanıtlar koyarsanız koyun, bu bilgiyi çürütemezsiniz. Dolaysız ve kişisel olduğu için de kendi kendine yeterli bir bilgidir.
  4.