HAKKIMDA

Merhaba,

Ben Berkay Kardeş. 14 Ocak 1982 yılında İstanbul’da soğuk bir Ocak gecesi artık kapalı olan Kadıköy Şifa Hastanesinde dünyaya gözlerimi açtım. 

Sanırım o zamandan beri bu itiş kakışın, koşturmacanın ne anlama geldiğini bulmaya çalışıyorum. Dürüst olmak gerekirse bulabildiğimi sanmıyorum. Bir mucize eseri tanıştığımıza inandığım hayat eşim Ceren ile evliyim, Doruk ve Deniz isimli iki tane de oğlumuz var.

Bazı fikirlerin ve severek ilham aldığım kitaplar, insanlar var ama halen daha terra üzerindeki varoluşumuzun anlamını kavrayabilmiş değilim. 

Sizlere bu bölümde biraz hayatımdan biraz da bu yola nasıl girdiğimden bahsedeceğim. Profesyonel iş hayatım ve iş tecrübelerim için linkedin hesabımı incelemenizi rica ediyorum. Tabi ki içsel yolcuğumda iş yaşamımın büyük etkisi oluyor ama ben farklı bir açıdan bakmayı tercih ediyorum. 

Ortaokulda ve lisede oldukça çalışkan bir gençtim. Genelde dersi iyi dinler, akşamları da az buçuk ödev yapardım. Matematik, fizik, kimya, biyoloji, sosyal gibi dersler benim için hiçbir zaman zor olmadılar. Sanırım bu biraz da benim sorgulayıcı olmamdan kaynaklanıyor. Ama şimdiden geçmişe baktığım zaman aslında yeteri kadar sorgulamadığımız da farkettim. Sorularımın daha da dibine gidecek cesaretim olmamış veya arkadaşlarım arasında garip kaçmamak için kendimiz dizginlemişim. Sanırım her ikisinden de biraz var. Ne demişler insan hayatını yatay yaşar ama geçmişine yukarıdan bakar. İnsan büyüdükçe bu konularda cesareti artıyor, sorgulamanın aslında gariplik değil en büyük özgüven olduğunu farkediyor. Eğer ortada bir gerçek varsa zaten ortaya çıkacaktır. 

Yerçekimi nasıl inançtan bağımsız bir gerçekse, hayat da bence inançtan bağımsız gerçeklerden oluşuyor. Önemli olan hayatımız boyunca karşılaştığımız  acılara, zorluklara, iç ezilmelerine, egomuzun yerlerde sürünmesine nasıl tepki verdiğimiz nasıl normalleştirmeye çalıştırdığımız. Herkesin farklı bir korunma mekanizması var. Ama asıl soru böyle bir mekanizmaya gerek var mı? 

Hayatın aslında bizim önyargılarımızdan bağımsız bir şekilde sadece ‘olduğunu’ görmek oldukça zor olsa gerek. Olaylar sadece ‘oluyor’. Onlara anlam yükleyen, doğru yanlış, eksik, kuvvetli, zayıf gibi etiketleri yapıştıran bizim ‘koşullanmış’ zihinlerimiz. Aklımızdaki ‘kalpalarla’ olayları süzgeçten geçirip bilincimize aktardığımız için tepkilerimiz de ister istemez ‘kalpa’ların koşullanmaları ile oluşuyor. Peki o ‘kalpa’ları oraya kim koyuyor? Maalesef yine biz koyuyoruz, bizi yetiştiren insanlar ve yaşadıklarımız koyuyor. 

Yolculuğum lise yıllarında yaşadığım bir diz sakatlanması ile kendini gösterdi. O dönemler profesyonel basketbol oynuyordum ve profesyonel bir kariyer düşünmesem de oynamaya devam etmeyi planlıyordum. Sakatlık sonrası ameliyat ve iyileşme döneminde bu sakatlığın niye benim başıma geldiğini bir türlü bulamadım, o zaman kadar doğru, düzgün, her işimi doğru yapmaya çalışan, kimseyi kırmamaya çalışan biriydim. Ama benim başıma gelmişti işte. 

Sonrasında lise son ve üniversite ilk yıllarımda ‘new age’ akımı, büyük güç, bizlerin onun yansıması fikrine çok kapıldım çünkü iyi hissettiriyordu. Belki de başıma gelen olayların ve hayat çizgimin anlamı orada yatıyordu. Bu beni mutlu eden ama aynı zamanda içimde garip de bir eksiklik hissettiren düşüncelere Krishnamurti ile tanışmamla veda ettim. Krishnamurti’nin okuduğum onlarca kitabında asla ama asla vazgeçmediği sorgulama ‘motto’su beni kavrayıverdi. Sonunda aradığımı sanırım bulmuştum. 

Krishnamurti’nin etkisi ve hayatımdaki yeri hala gücünü koruyor. Sürekli olarak bazı kitaplarını okuyorum, içlerinden bölümleri okuyorum. Her okuduğumda baştan keşfediyorum ve niye hala bir arpa boyu kadar yol alamadığımı kendime soruyorum. Krishnamurti’yi ve beni etkileyen düşüncelerini ayrı bir başlık altına eklediğim için burada detaya girmek istemiyorum. 

Krishnamurti’nin kitaplarında, dinlediğim ve sonrasında seyrettiğim video kayıtlarında aslında aradığım şeyin daha net bir anlatım olduğunu farkettim, Zen ile tanıştım. Zen ve D.T. Suzuki ile tanışıklığım 16 yılı buldu. Dönem dönem hayatımdaki ve bakış açılarımdaki etkisi arttı kimi dönem azaldı ama hiç bir zaman çıkmadı. Zen yolcuğumda bana en çok yol gösteren İlhan Güngören’in Zen üzerinde kitapları oldu. Zen ile ilgili hazırladığım bu web sitesinde de kitaplarında alıntılar yaptım. Daha fazlasını okumak için kitapları satın almanız gerekiyor..

Zen ile iligili size komik bir anımı anlatmak isterim; 2004 yılında ilk Zen ile tanıştığımda temel kavramları öğrenip, satoriyi askerliğe kadar deneyimlerim diye planlamıştım. Bu süre yaklaşık 8 aydı. Üzerinden 16 yıl geçti, sanırım ancak bir arpanın yarısı kadar iilerleme kaydedebildim (ilerleme kaydetmek de ne demekse). 

Sizlerle Zen’e uzanan yolculuğumu kısaca paylaşmak istedim. Zen hakkında veya kendi yolculuğunuz hakkında konuşmak isterseniz bana e-mail üzerinden ulaşabilirsiniz.