Yazılara, sözlere bağlanmadan
Kutsal yazıların dışında özel bir iletişim
İnsan ruhuna doğrudan bir yaklaşım
Gerçek yaradılışının tanıyıp Budalığa ulaşmak
Bu sözler Zen’in bütün öğretisini özetliyor. Ama ben bu kısımda kişinin kendi yolculuğunda az da olsa dikkatini çekmesini umduğum birkaç noktayı paylaşmak istiyorum. Her zaman olduğu gibi İlhan Güngören’in şahane kitaplarından ve D.T. Suzuki’nin kitaplarından alıntılar yaptım.
‘Seni bağlayan bütün bağlardan sıyır kendini, onları kopar, paramparça et. Ama kendi içindeki zenginliklerle ilişkini koparma.’ Bu sözler Çinli bilge Yengo’nun. Gerçek kıvılcımlarının zihnimizde çakmasına olanak vermek sonra da oradan gerçeği yakalayabilecek bir içgörü, iç duyarlılık geliştirmek için bu iç zenginliklerimize gerek var. Burada ortaya şu sorular çıkıyor. Nasıl gerçek kıvılcımlarının çakmasına olanak sağlayacağız? Nasıl bu içgörü, iç duyarlığı kazanabileceğiz? Suzuki’nin Rinzai Zen okulununu uygulama yöntemine uygun olarak önerdiği yol şöyle özetlenebilir : ‘Zihnimizde nereden çıktıkları bilinmeyen, bir süre sonra da kendiliklerinde yok olup giden düşünce dalgacıkları var. Hiç bir şekilde bu düşünce dalgacıklarının doğal akımını önlemeden ama bir bilinçlikle izlemek’ Aslında Zen’in çok basit Zazen yöntemi de budur. Zen Budizminin asıl kurucusu sayabileceğimiz altıncı pir Hui-neng, ‘Eğer bilgeliğimizi kullanabilirsek düşünceler kendiliklerinden gelir giderler. Bu yol zihin doğal olarak bağımsızlaştırma yoludur’ diyor.
Zihne kendiliğinden gelen düşüncelerin gelişine gidişine karışmadan, onlara olumlu olumsuz bir katkıda bulunmadan izlemekle yetinmek, yani zihinden gelip geçen düşüncelerin sürekli olarak bilincinde olmak. Hepsi bu kadar mı? Hayır! Eğer izinde içgörü, iç duyarlık diyebileceğimiz Budistlerin üçüncü göz ya da prajna (bilgelik) diye adlandırdıkları bir yetenek devinime geçirilmezse yalnız bağdaş kurup sakin sakin oturup kendini gevşetmekle hiç bir yere varılamaz diyor eski Çinli ustalar. Suzuki eski Çinli ustaların sözlerinden, öykülerinden örnekler vererek, boş boş oturup kendini sakinleştirip gevşetmekle, ya da kendinden geçerek veya zihindeki düşünce dalgacıklarının doğal akımın önleyerek gerçeğe ulaşılamayacağını iyice kafamıza yerleştirmeye çalışıyor. İçgörünün ortaya çıkması için sürekli arayıcı bir uyanıklığın sürdürülmesi gereğinde diretiyor. Bu arayış yoğun bir zihinsel çalışmanın zorlamaları, sıkıntıları, bunaltıları olmadan sonuçlandırılamıyor.
Zen’in geçeği ortaya koyuş biçiminin Zen’le ilk kez tanışanlar için oldukça yadırgatıcı, şaşırtıcı olduğunu, dışarıdan bakanlara ustaların bu gerçeği açıklamak için söyledikleri sözlerin saçma sapan şeylermiş gibi görüneceğini kabul etmek zorundayız. Bunun bir nedeni Zen’in gerçeğe karşıtların, çelişkilerin üstünden bir yerden bakması ve böylece ortaya çıkan gerçeğin bizim kısıtlı, koşullu zihnimizin çok kez anlayışını kavrayışını aşmasıysa ikinci nedeni gerçeği en somut bir birimde ortaya koymak istemesi, soyut kavramlardan genellemelerden kaçınmaya özen göstermesidir.
Zen nedir o zaman?
Özet olarak Zen, insanın iç varlığını, iç yapısının derinliğimi görebilme sanatıdır; bağımlılıktan özgürlüğe götüren yoldur. Bize doğrudan yaşam çeşmesinden içme olanağı verir, böylece de biz insanların ölümlü yaratıklar olarak hemen hemen kesintisiz, sürekli acı çekmemize neden olan boyunduruklardan bizi kurtarır. Hepimizin içinde yeterli oranda ve doğal olarak var olup da normal koşullar altında etkin olabilmemek için uygun bir yol bulamadığından sıkışıp kalmış ,yamulmuş olan enerjinin açığa çıkmasını sağladığı söylenebilir.
Mutlu olabilmek, birbirimize sevgi duyabilmek için bütün yeteneklerimiz var da, genellikle bu gerçeğe gözlerimizi kapıyoruz.
Yaşam çoğumuzun yaşadığı biçimiyle acı çekmek, tasalara katlanmaktır. Bu gerçeği yadsıyamayız. Yaşam bir itiş kakış, bir çatışma, bir çekişme olduğu sürece acıdan, tasadan başka bir şey getirmiyor. Çatışma demek iki karşıt gücün ötekine üstün çıkmak için savaşmaları demek değil mi?
Buda, birincisi yaşamınacı çekip tasalara katlanmak olduğunu vurgulayan ‘Dört soylu gerçeği’ ortaya koyduğu zaman çok haklıydı. Hepimiz bu dünyaya bağıra çakıra, bir anlamda karlı koyarak, karşı çıkarak gelmiyor muyuz?
Zen sorunların sorunun nasıl çözüyor? Herşeyden önce Zen, kitaplardan edinilecek bilgilerle değil kişisel yaşantılardan çıkan gerçeklere dayanarak, doğrudan, dolaysız olarak sorunları çözümlemeyi öneriyor. Sonluyla sonsuz arasındaki çekişmenin sürüp gittiği insan varlığının iç yapısının kavranabilmesi akıldan daha üstün bir yeteceği gerektiriyor. Zen diyor ki, akıl kendisinin yanıt bulamayacağı sorular ortaya atıyor; bu nedenle bu sorulara yanıt bulabilecek akıldan daha üstün aydınlatıcı bir yeteceğin ortay açılabilmesi için aklı (intellect) bir yana itmekten başka seçenek yok.
Çünkü aklın gönül esenliğini bozan, huzur kaçıran bir özelliği var.
Zihnin dirliğini, esenliğini bozacak sorular ortaya koyup da çok kez bunlara doyurucu yanıtlar bulmakta başarılı olamıyor; cahilliğin verdiği o mutlu iş barışı altüst ediyor da onun yerine başka birşey getirip bozduğu düzeni yeniden sağlayamıyor. Ama gerçek şu; Zihni içine düşürdüğü çıkmazlardan kurtarabileceği yolu aydınlatması her zaman akıldan beklenemiyor.
Yaşamımızla, deneyimlerimizle koşullanmış aklımızdan gelen düşünceler nasıl olur da bizi özgürlüğe götürür? Maalesef götüremez. Zihnin ve düşüncenin ötesine geçmek gerekiyor.
Bu nedenledir ki Zen hiç bir zaman açıklamaz, işaret etmekle yetinir, ne laf ebeliğine başvurur, ne de genellemelere girişir, yalnız ele göze gelir somut gerçeklerle ilgilenir. Mantık açısında bakınca Zen çelişkilerle, gereksiz yinelemelerle dolu gibi görünebilir. Ama Zen her şeyin stünde kalmayı, kendi yolunda kaygusuzca ilerlemeyi başarır.